Hayallerim, Delorean ve Sen: Looking for Mr. Goodbar (1977)

31 Ekim 2012

Looking for Mr. Goodbar (1977)


Açılış jeneriğinden.
Rossner'in romanı hakkındaki yazım için buraya tıklayın.
Looking for Mr. Goodbar'ı -türkçe çevrimindeki adı ile İsterik'i- okumuş ve hakkında da bir yazı yazmıştım. Arayı uzatmadan film uyarlamasını izledim. 1977 yapımı filmin yönetmeni Richard Brooks. Brooks ayrıca sinema tarihinde önemli yere sahip iki filmin de yönetmeni: Cat on a Hot Thin Roof (1958, bir Tennessee Williams uyarlaması) ve In Cold Blood (1967, Truman Capote'nin aynı adlı romanından uyarlama).

Looking for Mr. Goodbar'ın filmini izlemeden önce aklımdaki birinci soru içerisindeki cinselliğin ekrana nasıl taşınacağıydı. Roman ikili hayat süren bir öğretmenin hikâyesini anlatıyor. Theresa gündüzleri birinci sınıf öğrencilerinin sevecen öğretmeni kimliğinde, geceleri ise barda eve götürebileceği erkekler arıyor. Filmin başrol oyuncusu Diane Keaton saygı duyduğum aktrislerden ve filmdeki performansını şiddetle merak ediyordum. Bu  sorunun cevabına sonradan tekrar geleceğim.

Filmin jeneriği kesinlikle çağdaşlarından fark yaratan bir çizgide ilerliyor. Siyah beyaz görsellerle Brooks bizi 70lerin New York'unun gece hayatına davet ediyor, biraz kahramanımız Theresa'nın ayak izlerinden; fakat çoğunlukla karakter odaksız ve Theresa'nın kalabalığın arasına karışmış olduğu görsellerle. Film romanı tıpatıp izlemekten çok uzak. Beyazperdeye uyarlarken Brooks, romandaki birçok önemli detayı ve olayı değiştirmiş. Ana karakterlerin çoğunlukla aynı çizgide ilerlediğini söyleyebiliyorsak bile hepsinin kişiliklerinin ana hatlarında -romanı okuyanların- göze çarpan değişiklikler var. Kitapta içine kapanık, yüzü gülmeyen, daha gizemli tanıtılan ve yaşamanın omuzlarında yük olduğunu düşünen Theresa'sına karşı  filmde güleç, yaşamaktan zevk alır gibi gözüken, esprili, konuşkan ve daha az hasarlı bir şekilde portreleştirilmiş bir Theresa var. Filmde, Theresa'nın çocukluğunda geçirdiği travmatik hastalık dönemlerinin kendisinden çok şey götürdüğüne inanamıyor insan. Birkaç sevişme sahnesinde partnerlerinin sırtındaki yara izini keşfettiği anlardaki ani rahatsızlığını dışavurumu dışında Theresa geçmişiyle barışmış gibi. Tabii ki bir de çocuk istemeyişi var. Romanda çok daha alt metinde işlenen -Theresa'nın çocukluğundan kalma korkularını gömmüşlüğünü vurgulamak amacı ile- ve psikolojik analizlerle bezenmiş bu çocuk istememe durumu, filmde karakterin kendi ağzından açıklanıyor.

Filmde Theresa'nın hayallerini görüyoruz. Bu hayaller onun ayaklarının yere daha az basan kişiliğinin altını çizer nitelikte gibi duruyorlar. Kaygısız yaşamak isterken, hayalleri ile de bu kaygısızlığın içine eğlence,drama,komedi katıyor.

Brooks'un yaptığı en büyük değişikliklerden biri de Theresa'nın mesleğinde. Theresa filmde gene öğretmen olmasına rağmen bu sefer sağır çocuklara eğitim veriyor. İşaret dili ile iletişim kurduğu ve çok iyi anlaştığı bu çocuklarla iletişimini izledikçe Theresa'ya ısınmamak elden gelmiyor. Brooks'un Theresa'nın insanlığını perdeye daha iyi yansıtabilmek için böyle bir seçim yaptığına inanıyorum. Öyle ki 70'lerin serbest dünyasında istediği gibi yaşayan ve kimseye hesap verme gereği duymayan bu kadının ölümü toplumun kaybı ölüyor.
Seksin filmde kullanılışına gelecek olursak: Çıplaklıktan sakınılmadığını ve bu seçimin 70'lerdeki cinsel devrimin arka planda işlendiği film için çok doğru olduğunu söyleyebiliriz.
Theresa'nın ölümünden çıkarılabilecek yanlış tezler şüphesiz ki filmin en büyük düşmanları. Filmden "Ahlâksız ve dinsiz bir hayat yaşayan kadın sonunda layığını bulur." gibi sonuçlar çıkarabilecek zümrelerin büyük resmi görebilmelerini ummak çocukça olacaktır. Geri zihniyetler bu ölümü toplumun temizlenmesi olarak yorumlayacaklar. Bu tip düşünce şeklinin kırılışı için eğitim gerekli ise; Theresa'nın öğretmenliğinden tutun da, modern toplumlarda hâlâ göz yuvarlamalara varan hayat tarzına kadar her şeyi semboliktir. Katolik ailesi, sert ve disiplinli babasının katı kuralları, profesörü ile yaşadığı ilişki, ablasının sürdüğü çok eşli ve uyuşturucu dolu yaşamı toplumun her kesimine eleştirel bir gözle bakmayı gerekli hâle getirir. En nihayetinde sorgulanan 70'ler gibi kısa süren bir ilerleme ve özgürleşme dönemi olsa da eleştiri bütün dünyaya ve sistemedir.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder