Açılış jeneriğinden. Rossner'in romanı hakkındaki yazım için buraya tıklayın. |
Looking for Mr. Goodbar'ın filmini izlemeden önce aklımdaki birinci soru içerisindeki cinselliğin ekrana nasıl taşınacağıydı. Roman ikili hayat süren bir öğretmenin hikâyesini anlatıyor. Theresa gündüzleri birinci sınıf öğrencilerinin sevecen öğretmeni kimliğinde, geceleri ise barda eve götürebileceği erkekler arıyor. Filmin başrol oyuncusu Diane Keaton saygı duyduğum aktrislerden ve filmdeki performansını şiddetle merak ediyordum. Bu sorunun cevabına sonradan tekrar geleceğim.
Filmin jeneriği kesinlikle çağdaşlarından
fark yaratan bir çizgide ilerliyor. Siyah beyaz görsellerle Brooks bizi 70lerin
New York'unun gece hayatına davet ediyor, biraz kahramanımız Theresa'nın ayak
izlerinden; fakat çoğunlukla karakter odaksız ve Theresa'nın kalabalığın
arasına karışmış olduğu görsellerle. Film romanı tıpatıp izlemekten çok uzak.
Beyazperdeye uyarlarken Brooks, romandaki birçok önemli detayı ve olayı
değiştirmiş. Ana karakterlerin çoğunlukla aynı çizgide ilerlediğini
söyleyebiliyorsak bile hepsinin kişiliklerinin ana hatlarında -romanı
okuyanların- göze çarpan değişiklikler var. Kitapta içine kapanık, yüzü
gülmeyen, daha gizemli tanıtılan ve yaşamanın omuzlarında yük olduğunu düşünen
Theresa'sına karşı filmde güleç,
yaşamaktan zevk alır gibi gözüken, esprili, konuşkan ve daha az hasarlı bir
şekilde portreleştirilmiş bir Theresa var. Filmde, Theresa'nın çocukluğunda
geçirdiği travmatik hastalık dönemlerinin kendisinden çok şey götürdüğüne
inanamıyor insan. Birkaç sevişme sahnesinde partnerlerinin sırtındaki yara
izini keşfettiği anlardaki ani rahatsızlığını dışavurumu dışında Theresa
geçmişiyle barışmış gibi. Tabii ki bir de çocuk istemeyişi var. Romanda çok
daha alt metinde işlenen -Theresa'nın çocukluğundan kalma korkularını
gömmüşlüğünü vurgulamak amacı ile- ve psikolojik analizlerle bezenmiş bu çocuk
istememe durumu, filmde karakterin kendi ağzından açıklanıyor.
Filmde Theresa'nın hayallerini görüyoruz.
Bu hayaller onun ayaklarının yere daha az basan kişiliğinin altını çizer
nitelikte gibi duruyorlar. Kaygısız yaşamak isterken, hayalleri ile de bu
kaygısızlığın içine eğlence,drama,komedi katıyor.
Brooks'un yaptığı en büyük
değişikliklerden biri de Theresa'nın mesleğinde. Theresa filmde gene öğretmen
olmasına rağmen bu sefer sağır çocuklara eğitim veriyor. İşaret dili ile
iletişim kurduğu ve çok iyi anlaştığı bu çocuklarla iletişimini izledikçe
Theresa'ya ısınmamak elden gelmiyor. Brooks'un Theresa'nın insanlığını perdeye
daha iyi yansıtabilmek için böyle bir seçim yaptığına inanıyorum. Öyle ki
70'lerin serbest dünyasında istediği gibi yaşayan ve kimseye hesap verme gereği
duymayan bu kadının ölümü toplumun kaybı ölüyor.
Seksin filmde kullanılışına gelecek
olursak: Çıplaklıktan sakınılmadığını ve bu seçimin 70'lerdeki cinsel devrimin
arka planda işlendiği film için çok doğru olduğunu söyleyebiliriz.
Theresa'nın ölümünden çıkarılabilecek
yanlış tezler şüphesiz ki filmin en büyük düşmanları. Filmden "Ahlâksız ve
dinsiz bir hayat yaşayan kadın sonunda layığını bulur." gibi sonuçlar
çıkarabilecek zümrelerin büyük resmi görebilmelerini ummak çocukça olacaktır.
Geri zihniyetler bu ölümü toplumun temizlenmesi olarak yorumlayacaklar. Bu tip
düşünce şeklinin kırılışı için eğitim gerekli ise; Theresa'nın öğretmenliğinden
tutun da, modern toplumlarda hâlâ göz yuvarlamalara varan hayat tarzına kadar
her şeyi semboliktir. Katolik ailesi, sert ve disiplinli babasının katı kuralları,
profesörü ile yaşadığı ilişki, ablasının sürdüğü çok eşli ve uyuşturucu dolu
yaşamı toplumun her kesimine eleştirel bir gözle bakmayı gerekli hâle getirir.
En nihayetinde sorgulanan 70'ler gibi kısa süren bir ilerleme ve özgürleşme
dönemi olsa da eleştiri bütün dünyaya ve sistemedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder