Hayallerim, Delorean ve Sen: Mayıs 2012

29 Mayıs 2012

Total Recall


Total Recall (1990
Total Recall benim kadar eski, Schwarzenegger’in kaslarını sergilediği distopik bir bilimkurgu filmi. Başkahramanımız Quaid’in gerçeği pek bir kaypak zemin üzerine kurulu, öyle ki bu gelecekte hafıza silebilen ve yeni anıları kolaylıkla beyine yerleştirebilen teknoloji mevcut. O da bütün bu yapay gerçeklik karmaşasından nasibini alıyor. Quaid dünyada sıradan bir hayat yaşıyor, yanında gencecik Sharon Stone’un canlandırdığı güzel bir hatun da var; ama o daha fazlasını arıyor ve sanal tatil anıları üretip, o anıları zihne yükleyen Rekall firmasında buluyor kendini Quaid. Mars’a yapacağı bir tatilin anısının yerleştirilmesi işleminde bir şeyler çok ters gidiyor ve bütün film boyunca sürecek kimlik bunalımına giriyor Quaid. Konu ve gidişatı hakkında detaylı bilgi vermeyeceğim; fakat filmi günümüzden bakıp irdelediğimizde elimizde zayıf bir film olacağı aşikar. Oysa 1990’da Total Recall bilimkurguda birçok yenilik ve cesur atılımlar sergilemiş. Filmin özel efektleri kesinlikle çok ince bir çalışmanın ürünleri. Aynı özenin başrol oyuncusunda da gösterilmiş olmasını dilerdim. Schwarzenegger bir aksiyon tanrısı olabilir; fakat oyunculuğa yeteneği kol kaslarının çeyreği kadar bile değil. Gerçi ondaki bu “poker face” yeteneği ile politikada az biraz bir yerlere gelmiş olması şaşırtıcı da değil. İyi yalan söyleyebileceği tartışılmaz; ya da en azından ne zaman yalan söylediğini anlamayacağınız kadar mimiksiz ve robotik hatlara sahip diyelim. (Bkz. Kristen Stewart) Filmin yönetmeni Paul Verhoeven. Total Recall’dan önce çektiği son film RoboCop, ki onu tanımayan yoktur.
Total Recall’daki gerçeğin sorgulanışının filme kattığı derinlik çok önemli. Seyirci de Quaid ile beraber film boyunca olanları sorguluyor ve birçok anlarda seçim yapmaya zorlanıyor. Kimin iyi kimin kötü olduğunun anlaşılamadığı sahneler filmin en iyileri. Saf kötü karakterlerin çirkin kahkahaları, sürekli altı çizilen kötücül planları ve abartılı yüz mimiklerinden ne kadar haz etmiyorsam, saf iyiliğin tarafındakilerin de sürekli kendi savaşlarının en iyisi ve kendilerinin en onurlu olduğu yönündeki sarsılmaz inançlarından da o kadar bayıyorum. Evet.
Sharon Stone Lori rolünde
En nihayetinde Total Recall fena bir seyirlik değil. Bir iki aya başrolünde bu sefer Colin Farrell’in oynadığı, yeniden çekim olan Total Recall’da girecek vizyona. Orijinal filmi izleyip, sonrasında yeni versiyonu ile karşılaştırmak isteyenler için doğru bir zaman.
2012 yapımı Total Recall'un posteri
Total Recall (1990) fragmanı:

28 Mayıs 2012

Uçuç Böceği

Daha önceki kayıtlarımdan birini hatırlayanınız vardır belki. "Uçuşun Sıkıntı Sinekleri" idi adı. Sevdiğim görsellerden oluşan renkli ve derlemesi eğlenceli bir kayıttı o. İşte aynı o şekilde iletiler hazırlamaya karar verdim; serinin adını da Uçuç Böceği koyuyorum. 
An American In Paris (1951) filminden
Hustler (1961)
Güzeller güzeli Paul Newman başrolde
Bleubird Ailesi
http://bleubirdvintage.typepad.com/
Game of Thrones
Stark Hanedanına Saygı Duruşu
Vettriano'dan The Singing Butler
Community'den destansı bir bölüm
Cohen'in kitabı
Görkemli Kaybedenler
Fish Eye fotoğrafları!
Barcelona Sahili
Max Beckmann, Quappi in Rose

27 Mayıs 2012

Şafak Pavey'den Nereye Gidersem Gökyüzü Benimdir

Şafak Pavey CHP'nin İstanbul Milletvekillerinden. Onu tanımayanlar hikayesini ilk duyduklarında şaşıracaklar. Pavey gencecik iken okumaya gittiği İsviçre'de bir tren kazası sonucu bir kolunu ve bir bacağını kaybediyor. Pes etmiyor, zorlu bir tedavi sürecinden sonra toparlanıyor ve yaşama son hızla devam ediyor. Öyle ki birçokları onun yaşadığı gibi coşkulu ve güler yüzlü yaşamamıştır bu bir garip yerde. Uzun yıllar Birleşmiş Milletler'de çalışıyor. İşte orada çalıştığı sırada iki sene İran'a gidiyor Birleşmiş Milletler'in sözcüsü olarak. Nereye Gidersem Gökyüzü Benimdir kitabında İran'da geçirdiği trajikomik iki seneyi anlatıyor Pavey. Orada yaşadığı zorlukları -hem kadın, hem engelli, hem insan olarak-, çarpık ve zulüm gören toplumu, İranlıların işleri yürütme tarzını ve yönetimin baskıcı rejimini yazmış. İran'ı içeriden gözlemleyebilmiş Şafak Pavey ve orada geçirdiği iki sene yaralar açmış ruhunda; okuyucu için onun bu derece kişisel ve zorlu bir deneyimini kaleme alması paha biçilemez. Pavey'in dilinin sadeliği, anekdotlarına eklediği mizah ve zaman zaman ciddileşip zaman zaman da hüzünlü bir hâl alan anlatımı ile kitap zevkli ve öğretici bir okumalık. Okuduklarımın çoğu zihnimin arka odasında dönüp duruyorlar hala, çoğu rahatsız edici gerçekler. İnsan olma haklarının elinden alındığı, baskı gören ve din kisvesi altında acımasızca ezilen halkın ülkesi İran. Pavey orada gördüklerini anlatarak, İran'ın insanlarının yalnızlığını paylaşıyor dünya ile. Ne üzücü ki sürekli gülen ve enerjisini onu tanıyan herkese dağıttığı söylenen sevgi ve cesaret dolu bu kadın, İran'dan kabuslarla ayrılıyor.

Şafak Pavey'in kendi sitesi: http://www.safakpavey.com/

25 Mayıs 2012

Mike Leigh'den Another Year

Another Year güncel bir film değil. 2010 yapımı. Vaktinde filmi izledikten sonra yazdığım yazıyı bulunca bir köşede, burada paylaşmak istedim. Yazı filmin konusu hakkında detaylı bilgiler içeriyor. Aman dikkat.

!Spoiler Alert!



Mike Leigh’in Another Year’ı sizi çok hoş geçireceğinizi düşündüğüm bir iki saate davet ediyor.  Çekirdek aile üçgeninde (anne-baba-oğul) huzurlu ve samimice yaşayan aile fertlerinin birbirleri ile olan ilişkilerine, dışarıdan tanıdıkların, arkadaşların ve akrabaların dahil olması ile film çok boyutlu bir şekile giriyor. Tom ve Gerri yıllarını beraber geçirdikten, beraber onca güzel anı edindikten ve oğullarını da büyüttükten sonra, birbirleri ile uyumlu ve sevgi dolu bir şekilde Londra’daki evlerinde mutlu bir hayat sürüyorlar. Leigh’in kamerası dolaysız bir şekilde bu çiftin üzerine yöneldiğinde izleyici ikisinin arasındaki ilişkinin oturmuşluğunu ve sağlamlığını görüyor ve gördüğünde mutluluk duyuyor. Bu ikilinin ilişkisine imrenmemek elden gelmiyor; Leigh’in  ikisine verdiği adlar kesinlikle tesadüf değil. Ünlü çizgi kahramanlar Tom ve Jerry’nin didişmelerini anımsamamak olmaz. Üstüne biraz daha düşünürsek, nasıl da ikisinin varlığının birbirlerine bağlı olduğunu görürüz. Aynısı filmimizin ana karakterleri içinde geçerli.
Filme derinliğini ve unutulmazlığını veren ise aile fertlerinin kurduğu dostluklar ve bağlar. Evlerinin konforlu atmosferinde insan olmanın yükünü omuzlarında çok ağır bir şekilde hisseden misafirlerini konuk ediyorlar.  Çiftin hayatlarının verdiği güven duygusu içinde birçok kırık ruh onların yanında acılarını dindirmeye çalışıyor. Beraber iki ruh, yalnız ruhların acısını paylaşmaya çalışıyor. Filmin en öne çıkan kırık ruhlarından Mary insanlık trajedisini film boyunca sırtında taşıyor. İster istemez sempati duyuyorsunuz onun telaşlı ve hüzünlü haline. Nasıl kırıldığının hikâyesi anlatılıyor arada; fakat o hikâye geçmişteki gölge olmaktan öte değil, Mary’nin şimdiki zamandaki hüznü, hayalleri ve hayal kırıklıkları tek gerçek. Çocukluğundan beri tanıdığı kendinden genç oğlana –Gerri ve Tom’un oğlu- yakışıksız duyguları ile kopuyor Mary’nin merkezdeki aile ile bağları.  Gene başarılı olamıyor ve dost dediği bir avuç insan tarafından dışlanıyor. Mary’ye acımamak elden gelmese de, ailesinin önde geldiğini söyleyen Gerri’ye de hak vermeden edemiyoruz. Ne de olsa Mary’nin bu duygulara sahip olmasının dışında, oğullarının eve getirmeye layık bulduğu ilk ciddi kız arkadaşlarına davranış biçimi de var. Filmin derdi, hoşgörü ve sevgi ile yaşamanın önemini vurgulamak belki de… Nazik konulara değinmeden, ufak, günlük ve sık trajedilerden yola çıkarak yapıyor bunu. Dağılmış bir aile, yalnız bir kadın, yalnız bir adam,  onlara destek olmaya çalışan bir çift… Leigh samimi bir filme imza atmış, izlenmesini ve daha sonra üstüne azıcık da olsa düşünmenizi tavsiye ederim.
Tom & Gerri
Mary

24 Mayıs 2012

Ilı'nın duvarında ne var?

Bu sefer öbür ev arkadaşım Ilı'nın odasındayız. O uçakları, İstanbul'u ve Ryan Gosling'i pek bir sever.

21 Mayıs 2012

Dark Shadows


Dark Shadows vizyona girdiğinde ister istemez daha bir hızlı attı kalbim.  Oldum olası rengârenk ve masalsı olanı griye ve sıradana tercih ettim. Eh, Tim Burton’da yarattığı onlarca masalsı dünya ile yer etti bilinçte, adını duyduğumda kulaklarımı kabartır oldum. Bu sene iki filmle çıkacak karışımıza. İlki –yazının da konusu- Dark Shadows. İkincisi Frankenweenie. Klasik korku hikayelerinin kilometre taşlarından Frankenstein’ın Burton elinden çıkması; Mary Shelley izleyebilseydi keşke. Her neyse. Dark Shadows’da Burton’un filmlerinde görmeye alışık olduğumuz Johnny Depp başrolde. Depp, Barnabas Collins rolünde. Barnabas 18. yüzyılda Amerika’da Amerikan Rüyası’nı gerçekleştirebilmiş,  tutunmayı başarmış, bir kasabaya adını vermiş köklü Collins ailesinden. Collins ailesinin Barnabas’a tutkun Angelique adlı hizmetçisi, Barnabas’ın başka bir güzele aşık olması ile beraber kıskançlık krizine giriyor. Kaderin cilvesine bakın ki Angelique baya yetenekli bir cadı çıkıyor ve Barnabas’ı vampir yaparak lanetliyor ve onu tabuta koyup uzun yıllar boyu hapsediyor. Barnabas bir rastlantı sonucu 1972 yılında esaretinden kurtuluyor ve olaylar gelişiyor. Film hakkında çok şey yazmışım gibi gelmesin kesinlikle; anlattıklarımın hepsi hemen hemen filmin ilk iki dakikasında oluyor.
 Film hakkında çok olumlu şeyler yazamayacağım; olay örgüsü çoğunlukla kaypak bir zeminde ilerliyor. Karikatürize edilmiş tiplerimizle yetiniyoruz. Benim favori karakterim Collins ailesinden geriye kalmış üç beş kişiden biri olan ve Chloë Grace Moretz’in canlandırdığı Carolyn. Çok yetenekli güzel bir oyuncu olacak hatun. Erkek arkadaşlarımın arasında kendisine derin bir hayranlık besleyenler var. Haydi bakalım.
Carolyn’i kendiniz izleyin.
Collins Malikanesi kesinlikle titiz bir çalışmanın ürünü. Daha pek kocaman değilken izlediğim Rose Red Konağı filmine adını veren konaktaki tekinsizliği hissediyor insan. Gerçi filmin genel seyri böyle bir tekinsizlik havası için fazla coşkulu ve mizah dolu. Gene de sonuçta ana karakterimiz bir vampir, onu çevreleyen mekan yeterince ürkütücü olduğunu kanıtlamalı. Collins Malikanesi hakkını veriyor.
Johnny Depp’in vampir makyajı ise filmin birçok sahnesinde sakil duruyor. Sanki amatör bir makyözün elinden çıkmış gibi. Burton’un aradığı görünüş bu muydu bilemem; fakat seyir zevki açısından önümüze daha inandırıcı bir vampir koysaydı daha iyi olurdu.  Kötü cadı rolündeki Angelique’un beden bulduğu Eva Green ise sadece güzelliği – ve derin dekolteleri - ile etkileyebiliyor insanı.
En nihayetinde Burton evrenine eklenen son halka Dark Shadows. Kusurları pek bol. Yönetmeni sevenler izlesinler filmi; Burton ve Burton-Depp işbirliği hatırına mesela.

18 Mayıs 2012

Georgia O'Keeffe

Öyle güzel insanlar var ki dünya üzerinde. Hayranlık duyulası. Ruha dokunan hikayeleri, çeşit çeşit yetenekleri ve duruşları ile cesaret veren, insanın içini ısıtan, gülümseten, meraklandıran insanlar. Georgia O'Keeffe o insanlardan. Resimleri ve hayatı ile ilham veriyor bana. Resimlerinde yaşamanın ağırlığından hafifçe sıyrıldığımı hissediyorum, o an sadece süzülüyor havada, hafifliği ile keyif veriyor.
O'Keeffe 20. yüzyıla adını kazımış, başarılı bir Amerikalı ressam. Bu onun için söylenebilecekler arasında en azı.  1887 doğumlu. Genç yaşlarından itibaren resim yapmaya başlıyor, sanat üzerine eğitim görüyor. New York'ta sanatçı çevresine girmesi uzun sürmüyor ve adını duyurması ise daha da kısa sürüyor. Bunlar onun hikayesinin tekdüze ve paketlenmiş bir özeti. Her şeyin ardında cesur ve yalın bir kadın O. Çiçeklerin ve doğanın kadını. Hayatının uzun yıllarını New Mexico'da çölün ortasında, restore ettirdiği eski bir çiftlik evinde geçiriyor. Çölde dolaşıyor, çölde uzanan kafataslarında güzelliği buluyor, rüzgarı dinliyor ve yukarılara doğru uzanan kocaman kayaları onlarca defa tekrar tekrar resmediyor. En sevdiğim O'Keeffe işte bu. Çöle aşık kadın.
Aynı zamanda Alfred Stieglitz'e aşıktı O. İkilinin aşkının kuvveti dillere destan. Stieglitz, O'Keeffe'nin güzelim fotoğraflarını çeker senelerce. Yıllanmasını belgeler Georgia'nın, alnına çizgiler eklenmesini izleriz fotoğraflarda. Güzellerdir.
Ne güzel bir şanstır ki Georgia O'Keeffe'nin eserlerinin bir kısmının olduğu geçici bir sergi vardı geçtiğimiz aylarda Münih'te. Gezmekten aldığım keyfi biriktirdim; her gün azar azar kullanıyorum.
Ram's Head

17 Mayıs 2012

The DeLorean Bicycle

Back to the Future'ın göz alıcı zaman makinesi DeLorean bu sefer araba olarak değil de, bisiklet olarak hitap edecek gözlerimize. DeLorean modellerinden esinlenerek yaratılan bu bisikletler -firmanın tanıtım yazısına göre- stil ve konforun muhteşem bir karışımı. DeLorean bisikletler İtalyan işçiliği ürünü ve el yapımıymış. Keseleri zorlayacağı aşikâr.

Bakınız: www.deloreanbicycle.com

14 Mayıs 2012

Pelin'in duvarında ne var?

"Duvarımda ne var?"ı ev arkadaşım Pelin'in odasına konuk ettim! Pelin'in duvarları çeşit çeşit güzelliklerle dolu; keyfini çıkarın.

9 Mayıs 2012

Biraz Daha: Duvarımda ne var?

Daha önce paylaştığım "Duvarımda ne var?" iletisinden çok memnun kalınca bunu neden bir seriye dönüştürmeyeyim diye düşündüm. Şansa bakın ki bu arada İstanbul'a dönme fırsatı buldum; oradaki odamın duvarlarını süsleyenleri serinin ikinci halkası için fotoğrafladım. İstanbul'daki odamda bir dönem kendimi kaptırdığım yapbozları bulacaksınız. Bir yapbozu bitirmek müthiş bir zevkti. Biri bitti ve diğeri geldi. Birçok saat harcadım bu güzelliklerde. Yapbozların dışında bu pek yeteneksiz elden çıkma birkaç eser ve sevdiğim kahramanlar da duvarlarımda. Beğeneceğiniz umuyorum!

Kırmızılı Kadın
Resim derslerinden yadigâr

Film Kareleri:
Kill Bill
Lord Of The Rings
Big Fish

Chaplin Kuklası





Gülümse :)















Marty McFly with all his glory

Back To The Future posterinden


Ebru Denemem


7 Mayıs 2012

O bildiğin hikaye mi? : "The Cabin In The Woods"


Korku filmlerini oldum olası sevdim. Elm Sokağı Kabusu serisine bayılır, 13. Cuma'ları güle oynaya izlerim. Freddy'nin aksiyon figürü her gece ben yataktayken beni izledi uzun yıllar durduğu raftan. Freddy'nin insandan kırma vahşi bir canavar olduğunu söylemek yanlış olmaz sanırım. Korku filmlerinin baş tacı ettiği canavarlar, zombiler, hayaletler, vampirler, uzaylılar ve annesi bilim olan birçok diğer korkutucu yaratık için ilgi çekici demek haklı olmazsa, başka ne olabilir? Öyle ki yaratık vb. filmlerinde yaratığın dizaynı kritik bir yerde durur; çünkü seyirci destansı bir "şey" görmek ister. Hele günümüzün çok görüp geçirmiş, burnu kalkık sinema seyircisi için hazırlanacak olan "şey"in üzerinde titizlikle çalışılmalıdır. Mesela geçen sene izlediğimiz Super 8'deki canavarın neye benzeyeceği konusu çok tartışılmış ve Abrams bu konuda ağzını çok sıkı tutmuştu. Eh en sonunda filmi izleyenler meraklarını giderdi; çokta kötü bir canavar değildi gördüğümüz. Yeterince korkutucuydu diyelim. Tabi ki bir canavarın korkutucu olma kaysayısı filmde nasıl kullanıldığı ile de doğru orantılı. O başka bir konu.
Gene sapıyorum konudan. Zihni tutmak zor iş. Neden korku filmlerinden girdim konuya? The Cabin In The Woods sağolsun. Yeni izledim. Yazarlarından biri Joss Whedon. Kendisi eğlence dünyasının bilim kurgu ve fantezi kollarında kendini onlarca kez kanıtlamış, yaratıcı bir adam. Buffy The Vampire Slayer, Angel, Firefly'ın yaratıcısı ve daha izlemediğim The Avengers'ın yönetmeni kendisi. The Cabin In The Woods, fragmanı ilk izlendiğinde "gene o filmlerden" dedirtiyor kendine. Beş kişiden oluşan genç ve dinamik grup  -korku filmlerinin en klişe kurban tiplerini barındırıyor- ormanda ıssız bir yerde bulunan kulübede eğlenceli bir haftasonu geçirmek için yola çıkıyor. Kulübeye gidiş yolunda bazı kötülük alametlerini görmezlikten geliyorlar. Her şey bundan önce yapılanlarda olduğu gibi ilerliyor filmde. Filmin izlenecekler listeme girmesinin hikayesinde Sinema dergisinden bir yazı başrolde. Whedon ve arkadaşı, filmi sıradan ve geliri garantili bir film havasına sokuyor, ardından stüdyodan yeşil ışık alıyorlar. Stüdyoların yenilikçi fikirlere pek sıcak bakmadığı, eski kafalı ve paragöz kodamanlar oldukları bilinir zaten. Bütçeyi aldıktan sonra yapılanlar ise aslında Whedon ve dostunun deneysel, fikirlerine koşacak geniş bir arazi verip çektikleri yenilikçi bir filmin kameraya alınma safhası olmuş. Merak uyandırmıyor mu? Uyandırıyor.

Film hakkında fazla detay vermeden nasıl yazacağımdan emin değilim. Gerçekten beklenenden farklı bir şeyler göreceğiniz kesin. Korku filmlerinde yapılmamışlar bu filmde hayat buluyor demek belki abartma olur. Bugüne kadar yapılmış birçok şey daha önce yapılmamış bir şekilde sentezleniyor diyelim. Bazı kısımları çok keyifli. Özellikle karşılaşığım o korkunç varlıklar. Daha fazla yazmayacağım, yazım biraz merak uyandırdıysa izleyin.