Hayallerim, Delorean ve Sen: Haziran 2012

28 Haziran 2012

Kıyıdan Uzakta

Sabahın en erken saatlerinde havaalanında oturmak ve uçağı beklemek sıkıntılı iş. Bütün o "kaçış" fantezilerinin yanında bir prosedür yığını var. Bilet, pasaport, güvenlik -belki bir daha güvenlik!- ve bekleyiş. Ah o bekleyiş. İnsanın zihninde onlarca düşünce uyandırıyor. Bu uyanışla, erken bir iletinin zamanıdır dedim. Ne zamandır paylaşmak istediklerimden biri ise günün şu saatinde hissettiklerimle örtüşüyor. Beirut'un -aynı adlı son albümünden- The Rip Tide şarkısına çektiği klipten söz ediyorum. İlk iki dakikasında dalgalar arasında yoluna devam etmesini izlediğimiz yelkenliye, ikinci yarıda gökten inen "renk bulutları" eşlik ediyor. Öylesine basit ve öylesine güzel bir klip bu.

NOT: Beirut 21 Eylül'de Turkcell Kuruçeşme Arena'da.
NOT II: Blogun tasarımı ile oynadım biraz. Ne düşünüyorsunuz?

27 Haziran 2012

Nora Ephron (1941 - 2012)

Nora Ephron
When Harry Met Sally... (Harry Sally İle Tanışınca), Nora Ephron'un senaristliğini üstlendiği romantik komedi. Benim en sevdiğim romantik komedi! Türün birçok örneği vasatın altında filmler; zaten romantik komediler hiçbir zaman saygı gören filmler olmadılar; fakat zeka ve duygu dolu bu filme saygım sonsuz. Senaryo kitabını almışlığım ve favori bölümlerimi tekrar tekrar okuyup, gülmüşlüğüm var. İşte o satırların yazarı Nora Ephron dün öldü. Bugün onu anıyorum; bana Harry ve Sally'i verdiği ve birçoklarının dudaklarına sıcak bir gülümseme koyabilen insanlardan olduğu için.



Sally: Well, if you must know, it was because he was very jealous, and I had these days of the week underpants. 
Harry: Ehhhh. I'm sorry. I need the judges ruling on this. "Days of the weeks underpants"? 
Sally: Yes. They had the days of the week on them, and I thought they were sort of funny. And then one day Sheldon says to me, "You never wear Sunday." It was all suspicious. Where was Sunday? Where had I left Sunday? And I told him, and he didn't believe me. 
Harry: What? 
Sally: They don't make Sunday. 
Harry: Why not? 
Sally: Because of God. 

26 Haziran 2012

Bir Kitap/Bir Film: Noruwei no mori (Norwegian Wood)

Haruki Murakami
Noruwei no mori -bundan sonra Norwegian Wood diyeceğim daha rahatından- Haruki Murakami'nin 1987'de yayımlanan romanı. (Türkçe adından nefret ediyorum bu romanın: İmkânsızın Şarkısı. Romanda söylenenleri eksilttiğine inandığım bir basitlikte çevrilmiş, "Haydi romana Türkçe ad koyalım da baskıya yetiştirelim!" denmişcesine.)

24 Haziran 2012

Rob Gonsalves

Towers Of Knowledge
ntvmsnbc'yi uzun zamandır pek tutmuyorum. Haberleri okuyucuyu tatmin etmekten uzak; içerik dar; her gün binlerce olayı yaşandığı Türkiye'de haber yapılacak şey mi bulamıyorlar? Yapılan haberlerin yazıları ise yetersiz geliyor bana. Gene de her gün girer bakarım. İşte geçenlerde bu sefer hoşuma giden bir şeye rastladım. Haberlerin arasında değildi bu sefer. Foto Galerisi'nde, "Büyülü Gerçekler" adı altında Rob Gonsalves adındaki bir sanatçının resimlerini toplamışlar. Gonsalves'in resimlerini büyülü gerçekçiliğin güzel örnekleri olarak tanıtmışlar. Ben de bayıldım resimlerine. Bana Magritte'i hatırlatıyorlar.

21 Haziran 2012

Uçuç Böceği III

Bugünün en uzun gün olmasından mıdır bilmem, bugün değişik bir hallerdeyim. Daha pozitif; belki daha şapşal. O yüzden bugün bir Uçuç Böceği günü dedim! Bu sefer sıkıntımdan değil, nedensiz bir hoşnutluktan ötürü. Belki dost İ. ile muhabbetten sonra her zaman daha iyi hissettiğimdendir. Uçmak güzel şey.

Bill Murray - Moonris Kingdom
İkizler - Diane Arbus
Boyamayı çok sevdiğim, eski HP boyama kitaplarından
Sweet Transvestite
Joan Mirò


Dave Williams tasarımı Back to the Future posterleri
http://davewilliamsdesigns.blogspot.de/


20 Haziran 2012

O Cesur Kadınlar I

Kısa bir tarih öğrenimi deneyimim oldu benim. Başka şeylerle çatıştı; devam edemedim. Hâlâ aklım oradadır; gün gelecek ben tekrar tarih ile ilgili irili ufaklı ne varsa iştahla öğrenmeye çalışacağım. Şimdilik kendi amatör çabalarımla tamamlamaya çalışıyorum eksiklerimi.
Bu kısa tarih maceramda aldığım derslerden biriydi 19. Yüzyıl Kadın Hareketleri. Her hafta toplaşıp, Avrupa'nın önde gelen kadın aktivist ve feministlerini dinliyorduk. Profesörüm her ders göğsünde aynı üç rozet takılı turuncu yeleği giyerdi, 80'lerden kalma saç modeli hep taralı ve düzgündü. Sakin ama otoriter ses tonu ile bir buçuk saat güzel güzel anlatırdı.
İşte bu derste tanıştığım, dönemlerinin cesur - her zaman aynı fikirde olmadığım; ama duruşlarından ötürü hep saygı duyacağım - bu kadınları tanıtmak istedim size.
İlk olarak Mary Wollstonecraft:

Mary Wollstonecraft
Mary

Wollstonecraft, Mary Shelley'nin annesi. Frankenstein'ın yazarı Mary Shelley.
18. yüzyılda, batıda Aydınlanma Çağı rüzgârları esiyor. Fransız Devrimi'ne doğru giden yolda, 1759'da doğuyor Mary. Dönemin kadınları için baba evinden ayrılmanın hemen hemen tek geçerli seçeneği olan evlenmeyi reddetti; baba evinden çıktı ve birçok meslek dalında denedi şansını. Bütün bu süreç boyunca kadınların erkekler ile eşit hakları olması gerektiğine yürekten inandı. Özellikle kadınların eğitim hakkını tutku ile savundu. Düşünceleri dönemin "aydınlanmaya" başlayan çevrelerinde heyecan uyandırdı. Fakat Wollstonecraft her ne kadar kadın için eğitimin önünün açılmasını ve erkekler ile eş haklara sahip olmasını savunuyorsa da, kadının en önemli görevlerinin annelik ve aileyi birlik tutma görevinin olduğuna inanıyordu. 38 yaşında, doğum yaptıktan 10 gün sonra öldü. 
Mary Wollstonecraft düşüncelerini belli bir zümreye ulaştırdıysa da çok kalıcı olamadı ve kendisi zamanla unutuldu. Bu unutuluşun toplumda yayılan söylentilere dayandığı söylenir. Evlenmeden baba evinden ayrılan, tek başına ayakta kalmaya çalışan bu kadın için kulaktan kulağa "namussuz"luk suçlamaları dönmüş. İronik olan gelecek için savaş veren bu kadının ailesi için de namuslu denmesi ve onu ailenin yüzkarası ilan etmeleridir. Oysa Mary Wollstonecraft'ın babasının, işinde başarısız ve şiddete düşkün bir adam olduğu ve zamanla da alkole aşırı düşkünleştiği bilinir. 18. yüzyıldan günümüze uzanan yolda kadınlar sayılamayacak kadar çok kez günah keçisi oldular.

15 Haziran 2012

Balon & Müzik

Jack White
Jack White'ın ilk solo albümü Blunderbuss'ı onlarca kez tekrar tekrar dinledim. Albümdeki bütün şarkılar White'a ait. Sizin de dinlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum. İnternette dolanırken hoş bir detay çarptı gözüme; Jack White'ın sahibi olduğu ve solo albümünü de çıkardığı plak şirketi Third Man Records, albümün çıkışından 3 hafta önce, Freedom at 21 adlı şarkının bulunduğu flexi-diskleri helyum dolu balonlara bağlamış ve şirketin bulunduğu Nashville'den gökyüzüne salmış. Single'a ilk ulaşanlar bu balonları bir şekilde bulanlar oldu. Dağıtımın videosu:

14 Haziran 2012

Virginia Woolf I


(1882 - 1941)

Virginia Woolf bana pek çok şey öğretti her kitabında. Kendi zihin akışımda kaybolduğum zamanlarda derin bir nefes alıp, Woolf’un yazılarını düşünürüm. Bilinç akışı tekniği ile masum ve kuvvetli bir şekilde kaleme aldığı birçok eserinde hayran kaldım kalemine. Hatta teknik ile oynamak, sınırları zorlamak onun için önemliydi. Dalgalar’da somut dünyayı çıkardı öyküden, sadece zihinlerinde dolandı karakterlerin. Edebiyat dünyasının erkek baskın dünyasında bir nefes için çok çaba harcadı senelerce. Yazmak değildi sadece amaç; içinden çıkamadığı depresyonundan kurtulmanın bir yoluydu. Maalesef depresyon ile senelerce süren savaşından sonra intihar etti Virginia Woolf. Bir nehre bıraktı kendini, cebine doldurduğu taşlarla, ve sessizce boğuldu.

-Woolf hakkında yazmayı kendime görev bildim. Bu ilk Woolf yazımda İletişim Yayınlarından çıktığı sıra ile ilk üç (Mrs. Dalloway; Deniz Feneri; Orlando) kitabına ufak giriş yazıları yazacağım. Bu yazılar devam edecek. -

Woolf’un romanına konu edindikleri her gün algıladıklarımız aslında. Fark etmeden bilinçaltına işlediklerimiz, düşünmeden çıkanlar ağızdan ve bilmeden yerleşen yargılarla besledi o eserlerini. İletişim Yayınları’ndan bütün eserleri çıktı; sırası ile alıp okuması öyle zevkli; öyle coşturucu ki. Mrs. Dalloway’i tanıdığınızda onda bir parça bulacaksınız kesinlikle kendinizden. Çiçekleri almaya gider Clarissa Dalloway bir haziran günü; akşam evinde parti olacaktır. Orta sınıfın en saygın temsilcilerinden biridir O. Tek bir gününü anlatır Woolf, Mrs. Dalloway kitabında. Sıradan bir gündür Mrs. Dalloway’in hayatında, karşılaştıkları ve hissettikleri anılarını canlandırır, aynı anda zihni akşamki partidedir.  Onunla beraber dolanırız Londra’da, burjuva zihninden geçenleri okuruz.

Deniz Feneri’nde ise Ramsay ailesi ve konukları ile birlikte onların İskoçya’daki yazlık evlerine davet ediliriz. Ramsay’ler geçmişte burada uzun ve mutlu tatiller geçirirler. O tatillerin soluk; fakat bir o kadar da güçlü ve etkili anıları doludur zihinlerinde. Kısa bir sal yolculuğu ile gidebilecekleri Deniz Feneri’nin görüntüsü, yeşillik çayırlar, yemek odasında tabaklara vuran ışık ve daha birçok ufak detayları ile sonsuzluğu barındırıyormuş hissi yaratır bu ev.  O mutlu zamanlar geçer, çocuklar büyür, ölüm girer araya ve bu mutlu insan topluluğu ayrı düşer. Kitap üç bölümden oluşuyor. İlk bölümde (Pencere) Ramsay’lerin yaz evindeki güzel günlerinde dolanırız; ikinci bölümde (Zaman Geçiyor) aradan geçen on yılda neler olduğu anlatılır. Ölüm, özlem ve hüzün hakimdir bu ikinci bölüme. Üçüncü bölümde (Deniz Feneri) ise kalan Ramsay üyeleri yazlık eve geri dönerler. Woolf, bilinç akışı tekniğini ustaca kullandığı bu romana bir sürü otobiyografik öğe yükler.


Orlando ise benim en eğlenceli ve gizemli bulduğum romanlarından. Orlando, I. Elizabeth İngiltere’sinde doğmuş, yaşlanmak istemeyen genç bir adam. Yaşlanmayan ve en nihayetinde hiç ölmeyen Orlando’nun 400 yıl süren yaşam macerasını yazıyor Woolf. İngiltere, toplum, mekan ve çağ değişirken, Orlando yaşlanmaz; fakat kitabın yarısında uzun bir uykudan sonra cinsiyeti değişmiş olarak uyanır. Bu cinsiyet değişiminin neden ve nasıl’ına asla dokunulmayan bu  gizemli insanın üzerinden İngiltere’ye bakıyoruz çoğunlukla. Siyaset, edebiyat, romantik ilişkiler, toplumda kadın-erkek ikilemi gibi birçok konuya değiniliyor. Kitabın bir kısmında zamanın kralının İngiltere elçisi olarak İstanbul’a geliyor. Dönemin Konstantinopolis’inde de dolaşır Orlando.
Orlando’yu Tilda Swinton’un canlandırdığı, Sally Potter’ın yönetmenliğini yaptığı bir sinema filmi mevcut. Orlando rolünde Swinton kesinlikle başarılı. Aynı anda hem yumuşak hem sert olan yüz hatları ile Orlando’nun kadınsı ve erkeksi yüzünü canlandırabilmeyi başarmış. Bir edebi uyarlama olarak film, kitabı severleri çok tatmin etmeyebilir; fakat Woolf’un eserini sinemaya uyarlama  işinin baya uğraştırıcı ve zor olduğuna inanıyorum.

NOT: Mrs. Dalloway 1925’te, Deniz Feneri 1927’de, Orlando 1928’de yayımlandı.
Tilda Swinton Orlando rolünde

7 Haziran 2012

Uçuç Böceği II

Bu Uçuç Böceği iletisini eski dostlarımdan Harryciğime ithaf ediyorum. Dün HP'den esinlenen sanat eserlerinin dipsiz kuyusunda fazla dolandıktan sonra verdim kararımı.



Caroline Hadilaksono'nun "Hogwarts ve Büyü Dünyası, Muggle'ların turistik tatilleri için pazarlansa nasıl olurdu?" sorusuna yanıt olarak hazırladığı Travel Posters serisi

 Resmi Olmayan Ateş Kadehi Posteri

Yıldırımlar yağacak
Bob Doucette'ten Dumbledore


5 Haziran 2012

Deneme çekimi tamam.

Filmin ilk sahnesi; G. ve Ben
Yeni bir heyecan vardı bugün hayatımda. Laboratuvardan filmimi almaya gittim; Lomokino ile yaptığım ilk -deneme- çekiminin filmini. Bütün bekleyiş ve daha sonrasında da kavuşma süreci zevkliydi. Biraz daha becerikleşir ve pürüzleri giderebilirsem burada da çektiğim filmlerden bazılarını paylaşmak istiyorum. Zaten erkek arkadaşımın bana Lomokino hediyesinin sebeplerden biriydi bu blog. Öyleyse sevgili Blog, ileride Lomokino filmleri ile süsleyeceğim seni. Ve güzel adam Zafer; sana da buradan kocaman teşekkürler!

Lomokino hakkında daha fazla bilgi için: http://microsites.lomography.com/lomokino/

4 Haziran 2012

Harold and Maude

Bu sefer 1971'deyiz. Filmimizin adı Harold and Maude. Yönetmeni Hal Ashby. Kendisi ayrıca muhteşem bir dram-komedi filmi olan, 1979 yapımı, Peter Sellers'ın başkarakter Chance'ı canlandırdığı Being There'in yönetmeni.
Harold and Maude'u izlemeden önce konusu hakkında olabilecek en az bilgiye sahiptim. DVD'nin kapağında çok genç bir adam ve adama oranla baya da yaşlı bir kadın vardı. Mantıken adama Harold, kadına da Maude dedim. Peki aralarındaki ilişki neydi?

2 Haziran 2012

Community'e Bayılmamak Elde Değil

Arkadaşım Kenk önerdi önce. Community'yi izle, çok beğeneceksin dedi. Bir süre sonra zamanıdır dedim ve başladım seyre. Community 2009'da başlamış. NBC'nin. Bir iki hafta önce üçüncü sezon finali yayımlandı. Dizi Greendale Community College'de geçiyor. İlk bölümde, bu kenarda köşede kalmış okuldaki yedi öğrencinin bir araya gelmesini izliyoruz.