Hayallerim, Delorean ve Sen: Temmuz 2015

23 Temmuz 2015

Kıyıköy

Sıcak bir yaz günündeyiz. Sanki herkes tatilde; bir biz kalmışız şehirde. Beton canımızı sıkmaya başlamış. Tüm günü sıkıntıyla savaşarak geçirmeye gücümüzün kalmadığı bir anda karar veriyoruz; Karadeniz kıyısındaki minik Trakya köyü Kıyıköy'e gideceğiz. Arabayla iki buçuk saat. Çerkezköy'den sahile doğru dönüyoruz; Kıyıköy'den önce adı kulaklarımıza çalınmış kamp yeri Kastro'ya uğruyoruz. Kastro'da yeşilliklerin arasından akan dere denizle birleşiyor; sahilde kumlar incecik.

Kıyıköy bizi Bizans döneminden kalma suruyla karşılıyor. Köye girmek için surdan geçiyoruz.Minik köyün koca bir tarihi var; antik çağlardan beri yuva olmuş insanlara. Köy Pabuç ve Kazan ırmakları arasında yüksek bir tepe üzerinde. Tepeyi rüzgâr yalıyor. İnsanın saçları uçuşuyor. Gülümsetiyor. Irmaklar kavis çizerek denize yanaşıyorlar. Sular dans ediyor Kıyıköy'de. İnsan da o dansın ortasında keyifleniyor. Köy her gün denize uyanıyor, her akşam Poseidon'a iyi geceler diliyor. Manzarası leziz, balıkları enfes, bira-kalamar ikilisiyle uzakları izlemesi şahane.

Kıyıköy tarihten bize miras kalan -fakat değerini bilemediğimiz- Aya Nikola Manastırı'na da ev sahipliği yapıyor. Kayalara oyulmuş manastır, Kapadokya'daki kardeş yapılarına oranla çok daha bakımsız ve hırpalanmış. Tako lakaplı bir bekçi manastırın önünde oturuyor. Birileri mi onu bu göreve atadı yoksa bekçiliği kendisi mi seçti bilinmiyor. Tako manastırda define aranmasından, aranırken zarar verilmesinden korkuyor. Manastır altıncı yüzyıldaki İmparator Jüstinyen dönemine tarihleniyor. Jüstinyen adını güzel buluyorum; kendine has bir ahengi yok mu?

Kıyıköy küçük yerleşke ruhunu koruyor; evlerinin önünü temizleyen ev kadınları, evinin önüne çömelmiş gelen geçeni selamlayan teyzeler, çay evinin önünde vakit geçiren amcaları ile gerçek kalmış bir yere geldiğini hissediyor insan.