The Amazing Spider-Man'i izledim sonunda.
Süper kahraman filmlerine karşı bir zayıflığım var. Zaten bütün bu çizgi roman
uyarlaması çılgınlığından önce de süper kahramanlara dayanamazdım. Geçirdiğim
Superman evresinin yoğunluğundan şaşkına düşerim hala bugün.
Sam Raimi'nin Spiderman'lerini güç bela
hatırlıyorum. Kesin olarak anımsadıklarımdan biri de Tobey Maguire'a Spider-Man
olarak alışamam bir türlü. İki kanlı canlı Spider-Man'imiz var artık elimizde;
fakat hiçbirinin hamuru tutmadı bence. En güzeli çizgi filmiydi.
-Bundan sonraki kısım spoilerımsı
bilgiler içeriyor. Lütfen dikkat. Uyarmadı demeyin.-
Marc Webb'in bize sunduğu film, klişeler
ve efektlerle dolu bir Hollywood filmi. Tek boyutlu ve inandırıcı olmayan karakterlerimizle
vasat bir film var elimizde. Aunt May'i
canlandıran usta aktör Sally Field'ı neden bu kadar az konuşturduğunu sormak
istiyorum Webb'e. Uncle Ben (Martin Sheen) ise filmin en sevimli karakteri. Derinliğine inilmeye çalışılmış tek karakter
olarak Dr. Curtis Connors'ı (Rhys Ifans) söyleyebilirim. Dr. Connors filmin
kötü karakteri. Tek kolunun olmayışının yarattığı eksiklik hissi ile güdümlenen
Doktor, dur durak bilmeksizin amacına (doğada kendi hücrelerini yenileyebilen
türlerin genlerini, insanınki ile
çaprazlayarak, bir "mükemmel insan" yaratma düşü) ulaşmaya çalışıyor.
Bilimsel çalışmalarını finanse eden -ve belli ki karşılığında Dr. Connors'ı ve
beynini satın aldığını düşünen- kötücül Oscorp şirketinin daha tamamen hazır
olmayan formülü insan denekler üzerinde kullanmasını engellemek için kendini
feda ediyor Doktor. Formülü üstünde
deniyor ve koca bir kertenkeleye (The Lizard) dönüşüyor. Bu dönüşümün,
insanoğlu için gerekli ve yararlı olduğuna
kanaat getiriyor –DNA’larının geçirdiği bütün o mutasyon, aklını da olumsuz
yönde etkiliyor- ve Spider-Man'imize de
onu durdurmak düşüyor. Sam Raimi'nin serisindeki esas kız Mary Jane'in yerini,
bu seride Gwen (Emma Stone) alıyor. The Lizard ile savaşırken, Peter Parker aynı zamanda
Gwen’i de korumak zorunda. Bütün bu aksiyonun öncesinde de Peter’ın
Spider-Man’e dönüşme öyküsünü izliyoruz. Genleri ile oynanmış örümcek
tarafından ısırılmasına uzanan olay zincirinde, Peter’ın yıllar önce ortadan
kaybolan babasına ait çantanın içindekilerden yola çıkarak Dr. Connors’a
ulaşması, Connors’ın dönüşümünü mümkün kılacak formülü ona vermesi ve Uncle
Ben’in öldürülmesi önemli olaylardan. Peter’ı sokaklarda serserilerin peşine
düşmesini sağlayan olay da amcasının ölümü. Onu öldüren adamı bulmak için yola
çıkan Peter, bir süre sonra içindeki “süper-kahramanı” keşfediyor ve en sonunda
o ünlü kostümü ile Spider-Man doğuyor.
-Spoiler içeren kısmın bitişi efendim.-
Marc Webb'in daha önceki filmi (500) Days
in Summer, klişe romantik komedilerinkilerden azıcık daha farklı bir atmosfer
yaratmayı becermiş ve filminden baya söz ettirmişti . Çok daha dinamik bir
filmdi ve tarz sahibi bir filmdi. Maalesef Spider-Man büyük bütçeli ve
özelliksiz bir film. Filmin tepe
noktalarında göz yuvarlamaktan alamadım kendimi. Spider-Man'i canlandıran Andrew Garfield'e
gelecek olursak: Never Let Me Go'daki gösterişsiz, sade ve inandırıcı
oyunculuğundan sonra, Spider Man'de karikatür gibi cılız bir oyunculuk var. Gwen'i canlandıran Emma Stone'u beğenirim;
fakat bu rol onu aktris olarak geliştirmekten çok uzak.
Sonuç olarak, The Amazing Spider-Man hiç ”amazing”
değil.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder