Florence ise Greenberg ailesinin asistanlığını yapıyor
–getir-götür işleri, market alışverişi, köpekle ilgilenme-. Florence’ın samimi
ve tatlı bir insan olduğunu hissediyor insan onun günlük rutinin ufak bir
kısmını izlerken filmin açılış sahnelerinde.
Greenberg’ler –anne,baba,çocuklar- Vietnam’a tatile
gidiyorlar ve onların yokluğunda eve baba Greenberg’in akıl hastanesinden yeni
çıkmış kardeşi Roger geliyor. Roger’ın orada bulunmaktan tuhaf bir rahatsızlık
duyduğunu hissedebiliyoruz sahnelerde. Bakışlarında orada olmaktan ötürü
kaynaklanan bir huzursuzluk var. Bu huzursuzluk kendini sürekli bir
memnuniyetsizliğe bırakıyor ve belki de bundandır ki Roger şikayet etmeyi çok
seviyor. Gördüğü eksiklikleri otoritelere bildirmek belki de yolunda gitmeyen
birçok şeyi yola sokmuş hissi yaratarak bir rahatlık illüzyonu
oluşturabilmesine katkıda bulunuyor.
Filmin seyri boyunca yakamı bırakmayan “kopukluk” hissinden
bahsetmeliyim. Filmdeki bu kopukluk hissi hikâyesini anlattığı adamın
insanların geri kalanı ile arasındaki kopukluğu destekleyici olsun diye
bilinçli olarak oluşturulmuş tezini öne sürebilsek de, bu seyirciyi tatmin
etmekten uzak bir açıklama. Öyle ki Greenberg’in alternatif zihnini daha temiz
bir gidişat ile inceleme fırsatı bulabilseydik ona çok daha fazla bağlanabilirdik.
Florence’ı ise bütün film boyunca uzaktan izliyor gibiyiz. Kamera
ne kadar yakından çekse de bu kızı, onun gözleri uzaklara bakıyor ve görünmez
bir duvar çekiliyor gibi aramıza. Florence’ın,
“soğuk” olarak adlandırabileceğimiz anlatılış biçimindeki hüzün elbette
ki kızın kendi hayatından ve bulunduğu yerden dolayı hissettiği çaresizlik,
boşluk ve mutsuzluk hislerinin altını çiziyor. Gene de karakterlerinden güç
alan böylesi bir filmin onlara yaklaşımının daha açık olmasını isterdim.
Greenberg ve Florence, film ilerledikçe birbirlerine
kayıtsız kalamıyor ve yakınlaşıyorlar. Bu yakınlaşmanın ikisinin hayatlarında
da farklı boyutlarda etkileri oluyor. Roger düşüncelerini biraz daha
toparlamayı becerebiliyor sanki; Florence da kendi siyah beyaz dünyasına aldığı
bu karmaşık ve düğüm gibi adam ile boşlukta süzülme hissinden kurtulma yolunda
önemli bir adım atıyor.
En nihayetinde Greenberg, atmosferi ve konusu bakımından Margot At The Wedding’e benzer. 2000’lerin en iyi filmlerinden olmaktan uzak da olsa, izlenilebilir ve üstüne düşünebilir.
Greta Gerwig Florence rolünde |
Margot at the Wedding'i izlemiş ve sevmiştim. bu da ilgimi çekti. teşekkürler bu güzel değerlendirme için :)
YanıtlaSil