(1882 - 1941) |
Virginia Woolf bana pek çok şey öğretti her kitabında. Kendi
zihin akışımda kaybolduğum zamanlarda derin bir nefes alıp, Woolf’un yazılarını
düşünürüm. Bilinç akışı tekniği ile masum ve kuvvetli bir şekilde kaleme aldığı
birçok eserinde hayran kaldım kalemine. Hatta teknik ile oynamak, sınırları
zorlamak onun için önemliydi. Dalgalar’da somut dünyayı çıkardı öyküden, sadece
zihinlerinde dolandı karakterlerin. Edebiyat dünyasının erkek baskın dünyasında
bir nefes için çok çaba harcadı senelerce. Yazmak değildi sadece amaç; içinden
çıkamadığı depresyonundan kurtulmanın bir yoluydu. Maalesef depresyon ile senelerce
süren savaşından sonra intihar etti Virginia Woolf. Bir nehre bıraktı kendini,
cebine doldurduğu taşlarla, ve sessizce boğuldu.
-Woolf hakkında yazmayı kendime görev bildim. Bu ilk
Woolf yazımda İletişim Yayınlarından çıktığı sıra ile ilk üç (Mrs. Dalloway;
Deniz Feneri; Orlando) kitabına ufak giriş yazıları yazacağım. Bu yazılar devam
edecek. -
Woolf’un romanına konu edindikleri her
gün algıladıklarımız aslında. Fark etmeden bilinçaltına işlediklerimiz,
düşünmeden çıkanlar ağızdan ve bilmeden yerleşen yargılarla besledi o
eserlerini. İletişim Yayınları’ndan bütün eserleri çıktı; sırası ile alıp okuması
öyle zevkli; öyle coşturucu ki. Mrs. Dalloway’i tanıdığınızda onda bir parça
bulacaksınız kesinlikle kendinizden. Çiçekleri almaya gider Clarissa Dalloway
bir haziran günü; akşam evinde parti olacaktır. Orta sınıfın en saygın
temsilcilerinden biridir O. Tek bir gününü anlatır Woolf, Mrs. Dalloway
kitabında. Sıradan bir gündür Mrs. Dalloway’in hayatında, karşılaştıkları ve
hissettikleri anılarını canlandırır, aynı anda zihni akşamki partidedir. Onunla beraber dolanırız Londra’da, burjuva
zihninden geçenleri okuruz.
Deniz Feneri’nde ise Ramsay ailesi ve konukları ile birlikte
onların İskoçya’daki yazlık evlerine davet ediliriz. Ramsay’ler geçmişte burada
uzun ve mutlu tatiller geçirirler. O tatillerin soluk; fakat bir o kadar da
güçlü ve etkili anıları doludur zihinlerinde. Kısa bir sal yolculuğu ile
gidebilecekleri Deniz Feneri’nin görüntüsü, yeşillik çayırlar, yemek odasında tabaklara
vuran ışık ve daha birçok ufak detayları ile sonsuzluğu barındırıyormuş hissi
yaratır bu ev. O mutlu zamanlar geçer,
çocuklar büyür, ölüm girer araya ve bu mutlu insan topluluğu ayrı düşer. Kitap
üç bölümden oluşuyor. İlk bölümde (Pencere) Ramsay’lerin yaz evindeki güzel
günlerinde dolanırız; ikinci bölümde (Zaman Geçiyor) aradan geçen on yılda
neler olduğu anlatılır. Ölüm, özlem ve hüzün hakimdir bu ikinci bölüme. Üçüncü
bölümde (Deniz Feneri) ise kalan Ramsay üyeleri yazlık eve geri dönerler. Woolf,
bilinç akışı tekniğini ustaca kullandığı bu romana bir sürü otobiyografik öğe
yükler.
Orlando ise benim en eğlenceli ve gizemli bulduğum
romanlarından. Orlando, I. Elizabeth İngiltere’sinde doğmuş, yaşlanmak
istemeyen genç bir adam. Yaşlanmayan ve en nihayetinde hiç ölmeyen Orlando’nun
400 yıl süren yaşam macerasını yazıyor Woolf. İngiltere, toplum, mekan ve çağ
değişirken, Orlando yaşlanmaz; fakat kitabın yarısında uzun bir uykudan sonra cinsiyeti değişmiş olarak uyanır. Bu cinsiyet
değişiminin neden ve nasıl’ına asla dokunulmayan bu gizemli insanın üzerinden İngiltere’ye
bakıyoruz çoğunlukla. Siyaset, edebiyat, romantik ilişkiler, toplumda
kadın-erkek ikilemi gibi birçok konuya değiniliyor. Kitabın bir kısmında zamanın
kralının İngiltere elçisi olarak İstanbul’a geliyor. Dönemin Konstantinopolis’inde
de dolaşır Orlando.
Orlando’yu Tilda Swinton’un canlandırdığı, Sally Potter’ın
yönetmenliğini yaptığı bir sinema filmi mevcut. Orlando rolünde Swinton
kesinlikle başarılı. Aynı anda hem yumuşak hem sert olan yüz hatları ile Orlando’nun
kadınsı ve erkeksi yüzünü canlandırabilmeyi başarmış. Bir edebi uyarlama olarak
film, kitabı severleri çok tatmin etmeyebilir; fakat Woolf’un eserini sinemaya
uyarlama işinin baya uğraştırıcı ve zor
olduğuna inanıyorum.
NOT: Mrs. Dalloway 1925’te, Deniz Feneri 1927’de, Orlando 1928’de yayımlandı.
Tilda Swinton Orlando rolünde |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder