Merhabalar! Blog'da misafir ağırlamaya devam ediyoruz. Her konuk yazarın Hayallerim, Delorean ve Sen'e getirdiği farklı renklere bugün, eski ama taze dostlardan Pelin'in The Clock adlı belgesel hakkında yazdığı yazı ekleniyor. Keyfini çıkarın.
Salt Beyoğlu, su sıralar 9 -25 Mayıs 2014 arası, Christian Marclay’in 2010 tarihli eşsiz belgeseli "The Clock“a ev sahipliği yapıyor.
The Clock
Salt Beyoğlu, su sıralar 9 -25 Mayıs 2014 arası, Christian Marclay’in 2010 tarihli eşsiz belgeseli "The Clock“a ev sahipliği yapıyor.
Yurtdışında büyük ilgi gördüğünü öğrendikten sonra, merak
edip ben de Salt Beyoğlu’nun yolunu tuttum. Merak etmiştim etmesine; ama çok da
bir beklenti içinde gitmemiştim açıkçası. İşte bundan mıdır bilinmez, içerde
otururken dakikalar geçtikçe, her fark ettiğim ayrıntı bende farklı bir tat
oluşturarak şaşkınlığımı ve ilgimi arttırdı. Sadece bir saat kalabilmeme rağmen
belgeselin inanılmaz bir deneyim yaşattığını söyleyebilirim.
Öncelikle söylenmesi gereken şey sanırım şu ki, belgeselde, sinema
tarihinden, içerisinde saat geçen binlerce sekansı kronolojik
olarak 24 saatlik gerçek zamanlı bir kurgu şeklinde
yeniden düzenleniyor. Yani gerçek zamanda saat kaçsa, siz belgeseli izlerken de
o saati görüyorsunuz. Herhangi bir konu bütünlüğüne göre birleştirilmiş değil
bu sekanslar; ama sekanslar arası geçişler kesinlikle dikkat çekici. Siyah
beyaz, eski bir filmdeki bir karede, adamın koyduğu içkinin bardağına dökülüşünü izlerken,
bir anda 2000’li yıllarda bir kadının aynı içkiyi fondip
yaptığını görüyorsunuz. Bu teknik sanırım en başarılı bulduğum yönü oldu
belgeselin.
İzlemeye devam ettikçe, zaman kavramı içine almaya başlıyor
sizi. Zamanın, önce bir kol saatinden, bir kaç saniye sonra eski bir duvar
saatinden, bir dakika sonra ise kırmızı rakamlı dijital bir saatten akışına tanık
olmak, adeta zamanın durum ve mekân tanımadan sonsuzluğa uzandığını görsel
olarak kanıtlıyor bize. Önce 1920’lerde hayat bulmuş bir saat kulesinin çanını dinlerken,
biraz sonra ise günümüzdeki bir çalar saatin çalışını duymak, seyirciyi bir an,
zamanın çizgisel akışından çıkarıp tarih içinde gezintiye çıkarıyor. Bu zamanda
dolaşma hissiyatı, görüntülerin
içeriğiyle daha da pekişiyor. Sürekli değişen, geçmişe ve günümüze ait
görüntüler arasında gezintiye çıkıyorsunuz.
Zaman kavramı dışında, belgeselin size düşündürttüğü bir
diğer şey ise, gösterilen filmlerle ilgili anılarınız oluyor. Seçilen sekansları
izlerken, o filmi ya da o sahneyi önceden izlediğiniz anlara sürükleniyorsunuz
ve her biri anılarınızı, hatıralarınızı tetikliyor. Kendi geçmişiniz de bir
anda belgeseldeki zaman kavramına dahil olmuş oluyor böylece. Eğer benim gibi
7. sanata meraklı bir insansanız, izlediğiniz filmleri orada görmek ve “ Aa evet
böyle bir film vardı.” diyerek onları tanımak, hatırlamak da size ayrı bir
heyecan veriyor.
54. Venedik Bienali'nde Altın Aslan ödülüne layık görülen bu
harika belgeselin küçük bir kesitini aşağıda
izleyebilirsiniz.
25 Mayıs 2014’ e kadar izleyebileceğiniz bu belgeseli,
gidin, görün. Kesinlikle pişman olmayacaksınız.
Pelin Duralı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder