Müzenin en ilgi çekici ve görkemli iki kilisesi önerilen yürüyüş rotasında son duraklar oluyorlar; biz kalabalıktan sakınmak adına ters yönde gezmeye başladık ve bu iki güzelliği taze bir zihinle inceleme şansımız oldu. Müze'den sonra Paşabağları'na yollandık. Peribacaları arasında yürüdük, çıktığımız tepeden karşıda uzanan İç Anadolu topraklarına hayran kaldık. Etrafta dolaşan onlarca insanın coğrafyayı keşfine şahit olduk, fotoğraf çektik. Kayaların neredeyse duyulabilen hikâyeleri vardı... Vadide yürümeye doyamıyordu insan. Açıkhava Müzesi'nden Ürgüp'e doğru giderken Devrent Vadisi'nde durakladık, deve şeklindeki peribacasına selam çaktık. Ürgüp'ün içinde dolandıktan sonra kendimizi Asmalı Konak'ta bulduk. Hey gidi. Alt avludaki televizyonda dizinin eski bölümlerini oynatıyorlardı. Ekrana bir bakış saniyelik zaman yolculuklarına sebep oluyordu. Bir sonraki durağımız otuz adım ötedeydi: Turasan Şarapları. 1943 yılında kurulan ve şu anda Türkiye'nin beşinci en büyük üreticisi olan firmanın şarap tadımını es geçmeyin. Damağımızdaki tat silinmeden Üç Güzellerin huzuruna çıktık. Erciyes Dağı güzellerin arkasında onları koruyor, kolluyordu. Günü Kızılçukur Vadisi'nde görkemli bir gün batımıyla sonlandırırken vadinin değişen renklerini izledik. Gün batarken o da surat değiştiriyor, geceye uzanırken bize çeşit çeşit oyunlar yapıyordu. Güneş Erciyes'i pembe renklere bulayarak gitti. Ardında içimizde sıcacık, mutlu bir melankoli bıraktı. Kapadokya büyülüyordu.
23 Kasım 2015
Kapadokya Hikayesi II
Sabah alarmı 5:20'de çaldı. Göz kapaklarını açmak zor, battaniyenin sıcaklığından soğuğa adım atmak daha da zordu. Heyecanla balonları izlemeye Aşk Vadisi'ne gittik. Sabah ayazı derimin açık olan her bir parçasını acımasızca çimdikliyordu. Bir saate yakın dondurucu bir bekleyiş bize tüm ihtişamıyla doğan güneşi bahşetti fakat manzaranın büyüleyiciliğine renk katacak balonlar görünmedi. Ellerimiz donuyor, yüzümüz hissizleşiyordu. Rekor soğuklukta bir Nisan sabahında hayal kırıklığıyla kalakaldık. Tek tesellimiz güneş ışığının olduğumuz tepeye vardığında içimizi bir parça ısıtacağı umuduydu. Sabah güneşi yüzlerimizi aydınlattı; fakat ısıtmadı. Bir telefon konuşmasından sonra öğrendik ki şiddetli rüzgar nedeniyle uçuşlar iptal edilmiş. Şansımıza söve söve kahvaltı yapmaya, bir ince belli çayla ısınmaya koştuk. Günün ilk durağı Göreme Açıkhava Müzesi oldu. Müzede geçmişin şahane izleri bulunuyor. Bu izlerin çoğu Hıristiyanlığın geçmişine ait. Dini yaymak ve öğretilerini iletmek için koca bir site kurulmuş: şapeller, kiliseler, yemekhaneler...
Müzenin en ilgi çekici ve görkemli iki kilisesi önerilen yürüyüş rotasında son duraklar oluyorlar; biz kalabalıktan sakınmak adına ters yönde gezmeye başladık ve bu iki güzelliği taze bir zihinle inceleme şansımız oldu. Müze'den sonra Paşabağları'na yollandık. Peribacaları arasında yürüdük, çıktığımız tepeden karşıda uzanan İç Anadolu topraklarına hayran kaldık. Etrafta dolaşan onlarca insanın coğrafyayı keşfine şahit olduk, fotoğraf çektik. Kayaların neredeyse duyulabilen hikâyeleri vardı... Vadide yürümeye doyamıyordu insan. Açıkhava Müzesi'nden Ürgüp'e doğru giderken Devrent Vadisi'nde durakladık, deve şeklindeki peribacasına selam çaktık. Ürgüp'ün içinde dolandıktan sonra kendimizi Asmalı Konak'ta bulduk. Hey gidi. Alt avludaki televizyonda dizinin eski bölümlerini oynatıyorlardı. Ekrana bir bakış saniyelik zaman yolculuklarına sebep oluyordu. Bir sonraki durağımız otuz adım ötedeydi: Turasan Şarapları. 1943 yılında kurulan ve şu anda Türkiye'nin beşinci en büyük üreticisi olan firmanın şarap tadımını es geçmeyin. Damağımızdaki tat silinmeden Üç Güzellerin huzuruna çıktık. Erciyes Dağı güzellerin arkasında onları koruyor, kolluyordu. Günü Kızılçukur Vadisi'nde görkemli bir gün batımıyla sonlandırırken vadinin değişen renklerini izledik. Gün batarken o da surat değiştiriyor, geceye uzanırken bize çeşit çeşit oyunlar yapıyordu. Güneş Erciyes'i pembe renklere bulayarak gitti. Ardında içimizde sıcacık, mutlu bir melankoli bıraktı. Kapadokya büyülüyordu.
Müzenin en ilgi çekici ve görkemli iki kilisesi önerilen yürüyüş rotasında son duraklar oluyorlar; biz kalabalıktan sakınmak adına ters yönde gezmeye başladık ve bu iki güzelliği taze bir zihinle inceleme şansımız oldu. Müze'den sonra Paşabağları'na yollandık. Peribacaları arasında yürüdük, çıktığımız tepeden karşıda uzanan İç Anadolu topraklarına hayran kaldık. Etrafta dolaşan onlarca insanın coğrafyayı keşfine şahit olduk, fotoğraf çektik. Kayaların neredeyse duyulabilen hikâyeleri vardı... Vadide yürümeye doyamıyordu insan. Açıkhava Müzesi'nden Ürgüp'e doğru giderken Devrent Vadisi'nde durakladık, deve şeklindeki peribacasına selam çaktık. Ürgüp'ün içinde dolandıktan sonra kendimizi Asmalı Konak'ta bulduk. Hey gidi. Alt avludaki televizyonda dizinin eski bölümlerini oynatıyorlardı. Ekrana bir bakış saniyelik zaman yolculuklarına sebep oluyordu. Bir sonraki durağımız otuz adım ötedeydi: Turasan Şarapları. 1943 yılında kurulan ve şu anda Türkiye'nin beşinci en büyük üreticisi olan firmanın şarap tadımını es geçmeyin. Damağımızdaki tat silinmeden Üç Güzellerin huzuruna çıktık. Erciyes Dağı güzellerin arkasında onları koruyor, kolluyordu. Günü Kızılçukur Vadisi'nde görkemli bir gün batımıyla sonlandırırken vadinin değişen renklerini izledik. Gün batarken o da surat değiştiriyor, geceye uzanırken bize çeşit çeşit oyunlar yapıyordu. Güneş Erciyes'i pembe renklere bulayarak gitti. Ardında içimizde sıcacık, mutlu bir melankoli bıraktı. Kapadokya büyülüyordu.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder