İstanbul’dan
çıkarken hava yeni yeni aydınlanıyordu. Amaçlar bilindikti. Trafiği yenecek,
günü kazanacaktık. Ankara’yı geçtikten sonra Tuz Gölü’ne uğradık. Göl göz
alabildiğine uzanıyordu etrafa. Güneye doğru ilerlerken gölün açık kızıl,
pembemsi bir renk aldığını gördük. Sonra öğrendik ki bunun sebebi bir tür su
yosunuymuş. Direksiyonu Aksaray üzerinden Ihlara Vadisi’ne kırdık. Ihlara göz
alıcı. Vadi boyunca kayalara oyulmuş onlarca barınak, kilise, mezar var. İçindeki
duvar resimleri –sürekli insanlar tarafından tahrip edilmelerine rağmen- en iyi
korunmuş kiliselerden olan Ağaçaltı Kilisesi’ni, Yılanlı Kilise’yi ve Sümbüllü
Kilisesi’ni gezdik. Vadinin ortasından akan Menendiz Çayı boyunca topraklı
kumlu taşlı yollarda yürüdük. Yeri geldiğinde taşların üzerinden atladık, doğal
bir merdiven oluşturan düz kayaları tırmandık. Suyun sesi eşlikçimiz, vadi
boyunca göğe doğru uzayan vadi duvarları koruyucumuzdu. Hava soğuktu. Acımasız
bir Nisan günüydü. Burunlar karıncalanıyor, parmak uçları hissizleşiyordu. 14
kilometre boyunca uzansa da biz birkaç kilometreden sonra çay kenarına kurulmuş
minik dinlenme tesisine varınca yürüyüşümüzü kısa kestik. Karşı kıyıya geçtik,
su kenarında dizili masalardan birine oturduk ve içimizi ısıtsın diye bir çay,
yanına da midemiz şenlensin diye gözleme istedik. Benim gözlemem leziz bir
patatesli peynirliydi. Biz obur ve şenken ördekler etrafımızda dolanıyordu.
Birden top top kar taneleri yağmaya başladı. Şaşırdık. İç Anadolu bizi böyle
karşılamayı seçtiyse bu binlerce yıllık topraklara alınmak hakkım mıydı? Vadiden
sonra Göreme Milli Parkı’na sürdük arabayı. Bir sokak arasındaki gösterişsiz
ama konforlu otelimize yerleştikten sonra kalan son gün ışığını değerlendirmeye
Uçhisar’a yollandık. İçimiz ısınsın, damağımız şenlensin diye Argos in
Cappadocia’nın şömineli salonuna attık kendimizi. Ateşin karşısındaki koltuğa
kurulduk, kahve ısmarladık. Kahvenin tadını çıkarırken mekândaki büyük
Kapadokya kahve masası kitabının sayfalarında dolandım; bu büyülü toprakların
tarihinin bolluğuna hayran kaldım, küçüldüm ve zaman çizgisinde ufacık bir
noktadan ibaret oluşumu düşündüm. O sırada gün gitti, gece çaldı kapıyı. İyi
geceler Kapadokya, dedim, sabaha görüşürüz.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder