İstanbul Modern 4 Haziran'a kadar 14 senedir barındığı binadan
taşınmadan evvelki son sergisini, "Liman"ı ağırlıyor. Farklı
dönem ve disiplinlerden 34 sanatçı ve kolektifin resim, heykel, model, gravür,
çizim, fotoğraf, video ve yerleştirmelerinden bir seçki sunan serginin
küratörlüğünü Çelenk Bafra ve Levent Çalıkoğlu üstleniyor.
Ağırlıklı resim olmak üzere farklı disiplinlerden ve dönemlerden eserleri barındıran sergi, gündemle uygun düşerek dört bir yanımızdaki hızlı değişimin su tarafına göz atıyor; limanların hayatlarımızdaki yerlerini incelerken kendisinin de gireceği yıkım, inşaat, yenilenme süreçlerinden önce güncel binasına veda ediyor. Sergi ayrıca 1941 yılında bir araya gelen ve İstanbul limanlarını gözleyerek toplumsal unsurları da eserlerine katarak resmeden bir grup Akademi mezunu sanatçıyı da anıyor ve bünyesinde onların çalışmalarından bir seçki sunuyor.
Sergi broşürüne ilk göz attığımda küratörler Çelenk Bafra ve Levent Çakıroğlu’nu sergi planını tasarlarken planın bir gemiyle benzeşmesine özen göstermiş olduklarını keşfediyorum. Yerleştirmede 360 derece bir sergi turunun ardından ziyaretçinin “sözde” deniz ve gemi üzerinde gezinmiş olmasını istemiş olmalılar. Ana sergi alanına girer girmez havada süzülüyormuş izlenimi yaratan Antonio Cosentino işi tenekeden yapılma bir gemi göze çarpıyor. Temaya uygun düşen bir giriş manzarası olduğuna kanaat getiriyor ve ilerliyorum. Alanda denizle ilişkiler birçok farklı açıdan ele alınıyor: deniz içindelik, denizden gelmişlik, karadan denize, denizden karaya ve denizden çıkanlarla insan arasına. İnsan-deniz ilişkisine en canlı, en hakiki bakışı ileten eserlerden biri Volkan Kızıltunç’un Hafıza Boşlukları adlı video üçlemesinden alınarak sergiye dahil edilen “Hafıza Boşlukları İstanbul” olmuş. Buluntu 8 mm ve Super 8mm filmlerden derlenen çalışmada İstanbul Boğazı ve etrafından geçmiş zamandan kalan gündelik insan manzaralarına tanık oluyoruz: sahilde vakit geçiren aileler, suya atlayanlar, denizin tadını çıkaran çocuklar… İzlemesi keyif veren, hatta belki biraz da hüzünlendiren eser, serginin uyarmak istediği kolektif hafızamızda yer etmiş imgeler barındırıyor; ziyaretçinin bilincinde yer ediyor.
Kızıltunç’un eserinin yerleştirildiği karanlık odanın bir taraftaki girişinden odanın karşı tarafındaki girişine bakıldığında gözüken duvarda doğrudan göze çarpan Nedim Günsür resmi “Balıkçı Köyü” daha videoları izlemeden evvel izleyeceklerimizin bir öngörüsünü barındırıyor adeta. Metrelerce öteden dahi naif özelliklerine hakim olunabilen 1984 yapımı eserde günümüzde kaybetmeye çok yakın olduğumuz bir denizle uyum içinde yaşama, kıyısında tüm insanlığımızla var olma hali yakalanmış gibi.
Sergi alanında hazırlanan zaman çizelgesi bölümü ise metin, fotoğraf, belge ve haritalarla geçmişten bugüne İstanbul limanlarına, gelişim ve değişim süreçlerine göz atıyor; şehrin tarihini limanlar üzerinden ele alıyor ve sergiyi büyük resimdeki konumuna, toplumsal ve ekonomik bağlamlara oturtmaya yardımcı değerli bilgiler paylaşıyor. Çizelgeyi geçip serginin son koridoruna girişin eşiğinde birdenbire ziyaretçinin önüne çıkan, neredeyse takılıp düşebileceğimiz şekilde yerleştirilmiş Volkan Aslan’ın “Sevgili İstanbul” adlı eseriyle, bir kargo gemisi maketiyle karşılaşıyoruz. Işıklandırması olsun, renkleri ve büyüklüğü olsun bu parçaya ilgi çekilmek istendiği net bir şekilde görülüyor. Aslan, Boğaziçi hattının vektörel formundan yola çıkarak yarattığı maketin içini toprakla doldurmuş. Gemi uzun yola çıkarken onunla beraber götürülen toprağa, canlara vurgu olduğunu düşündüğüm toprak dolgu bir başka açıdan ise deniz üzerinde kendimize yarattığımız kara parçaları olarak da betimlenebilecek gemilere alternatif bir bakış olarak da yorumlanabilir.
Lafı daha fazla uzatmadan yazılabilir ki “Liman” sergisi irdelemek istediği konulara oldukça uygun düşen, serginin ruhuna katkıda bulunan işleri bünyesinde barındırıyor; fakat bu bir serginin elbette yapması gerektiğidir. Olması gerekenden bir fazlasına eğilmeyen “Liman” bize suyu anlatıyor; fakat kavramla yüzleştirme kısmında eksik kalıyor. Deniz kenarında yer alan bir müzenin içinde yer alan sergi, binanın konumunu içine dahil etmiyor, ziyaretçisini hemen yanı başındaki su kitlesinden soyutlamayı tercih ediyor. Yine de zevkle gezilen, keyifli bir sergi olmuş. İstanbul Modern güncel binasından taşınmadan evvelki son sergisinde 2004’ten beri gözcüsü olduğu onca limana onların hikayelerini anlatarak veda ediyor.
Özellikle bir İstanbullu olarak anakaranın çok içlerine gittiğimde, büyük su kaynaklarından uzakta olduğumda suya özlem duyar; kokusunu, görüntüsünü, mavisini özlerim. Ne hüzünlüdür ki boğazın suyunu uzaktan sevmiş; bir kere bile içinde yüzmemişimdir. Bu gerçekle liman sergisinin derdi paralel seyrediyorlar; denize yakınlık ve uzaklığı inceleyen bir sergi uzanıyor önümde. Nitekim İstanbul Modern’in alt katına, sergiye inen asma merdivenlerin son basamağından adımımı atar atmaz karşımda Burhan Doğançay’ın can simitlerini, solumda ise Ömer Uluç’un dalgalarını, dalgalar arasındaki gemilerini görüyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder