Bazı kitapların
adlarını bir yerlerde duyarsınız, kapak tasarımları bir anlığına gözünüze
ilişmiştir. Yazar hakkında soluk bir bilginiz vardır. Bir kitabı filme
uyarlanmıştır. Ne o kitabı okumuşluğunuz, ne de filmi izlemişliğiniz vardır.
Yeri ve zamanı çıkartamasanız da bunlar birikir ve hiç okumadığınız, hakkında
pek bir şey bilmediğiniz o kitap hakkında bir fikir oluşuverir. Uzun zaman
sonra elinize geçen kitaba satır satır aşık olurken kafanızda daha önceden
oluşmuş resme anlam veremez ve suçu bu kitabın ne hakkında olduğunu öğrenmek
için ayırmanız gereken azıcık zamanı ayırmadığınız için kendinizden başka
kimseye atamamanızın burukluğu çöker üzerinize. Sonra neyse dersiniz, sonuçta
kitabınızla ilişkiniz gayet iyi devam ediyordur, aşkınızın alevlerinin
harlanacağına inancınız tamdır. Kitaba uzanır, koltuğa gömülür ve okumaya devam
edersiniz.
Yazının giriş
paragrafı benim Middlesex ile hikâyemi kapsar nitelikte. Jeffrey Eugenides’i
Virgin Suicides’dan biliyordum. Kitabı okumamıştım. Filmi de yıllardır bekler
durur.
Eugenides
Amerikalı romancı ve kısa öykü yazarı. Şu ana kadar üç roman yazdı: The Virgin
Suicides (Bakir İntiharlar, 1993), Middlesex (2002) ve The Marriage Plot
(2011). Yazarın son romanı henüz Türkçe olarak yayınlanmadı, ilk iki romanı ise
İnkılap Kitabevi tarafından basılmış. Eugenides, Middlesex ile Pulitzer
Ödülü’nü kazandı. Nesnel gerçekleri sıralamayı bırakalım mı? Haydi.
Bir Yunan-Amerikan
ailenin, Stephanideslerin üç kuşağının ve bir genin kuşaklar arası seyahatinin
hikâyesi üzerinden kimlik arayışını anlatan, epik bir roman Middlesex. 1920’lerin
Bursa’sından sanayi kenti Detroit’e uzanıyor. Roman, oldukça geniş bir
araştırmanın ürünü olduğunu hissettiriyor. Eugenides’in Stephanideslerin köken
mevzusuna eğiliminde kendisinin de baba tarafından Yunan kökenine sahip
oluşunun yarattığı birtakım avantajlar sayfalarda seziliyor. Başkişi Calliope
‘Cal’ Stephanides’in (üçüncü kuşak aile bireyi) her şeyi bilen anlatıcı oluşu,
ailenin günlük yaşamını, alışkanlıklarını, ve geçmişten gelen kültür ile günün
Amerika’sının değerlerinin harmanlanışını birinci dereceden yakın ilişkiler
yaşadığı kişilerin üzerinden anlatışı okuyucuyla roman arasında oldukça samimi,
organik bir ilişkinin gelişmesine ön ayak oluyor. Eugenides’in romanında
başarıyla yaptığı bir başka şey ise hikâyenin mekânı olan şehirleri pek az
karşılaşılan bir üslupla betimlemesi. Yazdığı şehrin görülebilir ve daha gizli
saklı kalmış özelliklerini, tarihten ilginç anekdotlarla beraber romanına ve
kişilerinin zaman çizgilerine yedirerek veriyor. Yazarın karakterlerini yerler,
objeler, atmosferler ve yer yer zaman çizgileriyle bağdaştırışını, keyif veren
ve yaratıcı benzetmelerle kişilerini bezeyişini çok beğendim.
Yazının bu
noktasına kadar değinmediğim, Middlesex’i okumak için önemli bir sebep var: Baş
karakterin interseksüel oluşu. Bir genin seyahatinden bahsedişimi hatırlıyor
musunuz? İşte bu durumdan o gen sorumlu. Romanın anlatıcısı Calliope ‘Cal’
kendi varoluşunun izlerini bu genin izini sürerek aktarıyor bizlere. Karakterimiz
cinsel kimlik meselesine bireyin kimliği meselesiyle beraber giriyor, tüm
deneyimlerini dürüstçe ve açık yüreklilikle kaleme alıyor. Bize oldukça yabancı
geleceğine inandığımız bir durumun içine bizi öyle güzel, öyle doğal sokuyor ki
kendimizi Cal’in bedeninde, hücrelerinde ve daha da içeriye yolculuk ederken,
DNA’larında yatan hikâyesinde buluyoruz.
Roman yüzlerce
sayfasına rağmen sürükleyici bir okuma vaat ediyor. Bu sürükleyicilik
Eugenides’in dilinden, yarattığı karakterlerin çeşitlilik ve gerçekçiliğinden
kaynaklanıyor ( fakat gerçekçiliğin içinde bir doz doğaüstülük seziyorsunuz). Ah tabi romanın tarihsel kurguyla akrabalığı
da yadsınamaz. Eser bu akrabalıktan besleniyor, anlatımıyla okuyucuya eşlik
eden görsel, eğlenceli, şenlikli bir tarihi diorama yaratıyor. Ailenin değişimi
ile dünyanın değişimi birbirine geçiyor, bize de buna satırlarda çeşitli
benzetme ve ilişkilendirmelerle tanık olmak düşüyor. Mesela ailenin maddi
durumunun seneler boyunca alınıp satılan arabalar üzerinden bir paragraf içinde
anlatıldığı kısmı okuması, hayal etmesi pek zevkliydi. Bu sıralar çok yaratıcı
örnekleri bulunan infografiklerin edebi ortamdaki temsilciliğini üstleniyor
Middlesex. Sanırım benzetmelerle romanın okuyucuyu kelimeler üzerinden görsel
olarak uyarışı konusu üzerinden yeterince durdum.
Middlesex’i
oldukça beğendiğim ortada. Yazıyı sonlandırmadan hoşlanmadığım bir noktadan
bahsetmek isterim. Anlatıcının roman içerisinde ara ara direkt okuyucuyla
konuştuğu kısımlar vardı. Bunların bir kısmı pürüzsüz geçişlerle başarıyla kotarılsa
da genel olarak hikâyeyi fazla bölüyorlar. Bu tarz geçişlerin yarattığı, anlatılanı daha kolay
bir yoldan verebildiği için bu seçimin yapıldığı düşüncesi ister istemez esere
zarar veriyor. Tabi ki bu Middlesex’in diğer birçok harika yönünü gölgelemeye
yetmiyor.
Kitabı İngilizce
orijinalinden okumak isteyenler Middlesex’i Bookserf üzerinden iki haftalığına Kerem’den ödünç alabilirler.
Jeffrey Eugenides |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder